Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
PIaton’un konu iIe iIgiIi argümanIarı resim sanatı için de geçerIidir. Ressam, ideaIarın dünyadaki yansımaIarını resmeder, resmederken de zorunIu oIarak yansıyan nesneyi tüm açıIardan, eksiksiz oIarak çizemez. DoIayısıyIa çizim gerçek değiI, gerçeğin bozuImaya uğramış bir takIididir. Bu takIikIerin peşinden gidiImesi ve mükemmeI oIarak görüImesi insanIarın rasyoneI yanının köreImesine ve mevki oIarak daha aşağıda oIan hayaI gücünün insan akIını zaptetmesine yoI açar. Bu akıI yapısındaki insaIarın artması da devIet ve onun geIeceği için zararIıdır. Bu nedenIerIe şiir, tragedya, resim gibi sanat dallarının Platon’un ‘DevIet’ inde yeri oImamaIıdır ve bunIarı yasakIayan yasaIar oIuşturuImaIıdır.
Bir bakıma sanat Platon’un ideasıyla Aristoteles’in realizminin sentezi hatta onun ötesindedir. Aynı nesnenin birçok sanatçı tarafından farklı farklı tasvir edilmesi de bunun en açık göstergesidir. Bunun yanında Aristo’ya göre sanatçının modeli hiç değiştirmeden bire bir taklit ettiğini söyler. Taklit ettiği nesneye bire bir bağlı kalması sanatçının yetkinliğinin de bir ifadesidir. Bunu yaparken de kendisine dünyadan kopuk gerçek nesnelerin dışında hayali bir kosmos oluşturmaz. Eserini oluştururken gerçek dünyaya hep bağlı kalır.
İnsanlarda güzel’den başka estetik duygulanmaya neden olan bir unsur daha vardır: Yücelik. Yüce, bütün güçlerimizi seferber ettiğimiz halde, kuşatıcı biçimde kavrayamadığımız ve kendisinin büyüklüğüne ya da gücüne erişememekten korktuğumuz bir nesnedir. Kant, gücün ya da büyüklüğün engellerden üstün olduğunu ve böylece doğanın içindeki güç ve korku verici hale geldiğinde buna “yüce” denir diye düşünüyordu.
Oluşturdukları estetik duygulanmalara rağmen yüce ile güzel birbiriyle aynı şey değildir. Nesnelerin güzel olduğunu söyleyebiliriz, ulu olduğunu değil. Kant, ululuğun mantık fikirlerinin öznede oluşmasını sağlar, kendi aşırı duygusallığının farkındalığını, ahlaki kimliğinin fenomenal dünyaya üstünlüğünü öne sürer. Bu yüzden de ululukta, mantığın algıya üstünlüğünün içgüdülerde apaçık hale geldiği belirtilir.
Bir diğer deyişle yüce’nin güzel’den ayrıldığı ilk yönü şöyle ifade edebiliriz: Doğada güzel, bir sınırlamadan oluşan nesnenin biçimine ilişkin bir sorundur; oysaki yüce, dolaysız biçimde sınırsızlık tasarımı içerdiği veya bu izlenimi uyandırdığı ölçüde, biçimden yoksun bir nesnede, nesnenenin bütünselliğine ilişkin fazladan bir düşünce ile birlikte bulunur. Çünkü yüce, “mantık kavramının belirsizliği”nin sunumunu içerir, anlayışın değil.
Yüce’nin güzel’den ayrıldığı diğer bir nokta da hoşlanmanın niteliği üzerinedir. Güzel, “hayatın yükseltilmesi duygusu” ile hayat gücümüzün canlandırılmasıyla alakalıdır. Dolayısıyla çekicilik ve neşeli bir hayal gücü ile bağdaşmış halde bulunur. Öte yandan yüce’nin çekicilik iddiası yoktur; tersine heybeti, haşmeti ve gücüyle, yüce, ilk bakışta korku verici ve ürkütücüdür. Belirgin biçimde estetik bir nesne olarak hoşlanma sağlar ancak bunu dolaylı yollardan meydana getirir.
Plotinus’un mimesis estetiğine göre, güzellik aşkın bir ilkede kökleşir; güzelliğin algılanması, ideal bir değerin tezahürüdür ve ideal değer de kendini tatmin eden bir nesnede o değerin dışsal yansımasını/imgesini bulan tinsel öznenin içselliği içerisinde keşfedilir. Güzellik deneyimi, ruhun içsel formunun sezgisel olarak ani bir biçimde duyumsanabilir alanda ortaya çıkması ile birlikte ruhu kendine döndürmek amacıyla onu duyumsanabilirden uzaklaştıran bir kopuş gerçekleştiren paradoksal bir deneyimdir. Bu bakımdan, güzel bir nesne özneyi daha üstün bir gerçeklik düzeyine yükseltir ve bu gerçeklik düzeyinde nesneler artık dışsallığın birer belirlenimi değil, akılla kavranabilir olan saf birer nedendirler. Plotinus’a göre; dışsal nesnelerin güzelliği sadece akılla kavranabilir olan güzelliğin (kutsal ideaların güzelliğinin) bir benzeşimi olarak düşünülebilir ve akılla kavranabilir olan bu güzellik, sadece içselliğe dönüş aracılığıyla özne tarafından algılanabilir. Aşk olmadan mutlakın sezilmesi mümkün değildir; bu arzu metafizik bir arzudur ve Plotinus, arzu nesnesinin, ne denli aşkın olursa olsun, onu arzulayan özneye içkin olduğunu savunmaktadır.
Hegel estetiği ve güzellik felsefesi, doğal olarak onun felsefesinden kaynaklanır. Bunun için ilkin kısaca, bir iki çizgi. ile Hegel felsefesine değinmek istiyoruz. Hegel felsefesinin çıkış noktası, mutlak kavramı ya da tin (Geist) kavramıdır. Mutlak, kavram, ide ya da tin, dinamik bir varlıktır ve bu dinamizm bir diyalektik süreç içinde somutlaşır. Felsefenin konusu, idenin, kavramın, tinin bu gelişmesini incelemektir, Kavram, ide, tin kendi başına gerçeklikten yoksun bir olanaklar varlığıdır. Tin, kendi bilincine ulaşabilmek için gerçeklik kazanmak ister ve bunun için kendi dışına çıkar, kendini dışlaştırır. Kendi kendine bir thesis olan kavram, ide, tin kendi dışına çıkmakla kendi özüne karşıt, kendine yabancı bir varlık olur: Doğa varlığı. idenin, tinin özüne yabancı olan bu varlık, idenin diyalektik gelişmesinde anti-thesis adımını oluşturur. Doğayı inceleyen felsefe de doğa felsefesi adını alır.
Hegel'e göre, sanat en ilkellerin ürünlerinden en yüce tapınaklara kadar uzanır ve yaşamın dışında kalır. Sonra, sanat ve güzellik, görünüş ile ilgilidir ve bu görünüş de ciddiliğe karşıt olan bir aldanma olmasın? Hegel'e göre, güzellik ve sanat, bir aldanma ve bir aldatma değil, yalnızca bir görünüştür. Yine Hegel'e göre, sanat güzelliği duyusallığa ve hayal gücüne dayanır. Bilimin konusu ise, soyut, düşünsel objelerdir.
Tarih: 2019-09-18 22:01:42 Kategori: Sanat
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Filozofların Sanat Anlayışı Nedir
PLATON'DA SANAT ANLAYIŞI
Platon'a göre şiir ve tragedya devIet için iki zararIı sanat türüdür. Çünkü bunIar ideaIar dünyasındaki ‘gerçek’ formIarın dünya üzerindeki görüntüIerinin yaInızca birer takIitIeridir. Yani yansımanın yansıması ve yazarın özneI bakış açısını ortaya çıkartan, hakikatten uzak hayaI ürünIeridir. DoIayısıyIa şiir ve tragedya site haIkının rasyonaIiteden uzakIaşıp gerçek oImayan takIitIerin etkisinde kaImasına sebep oIur. TragedyaIarın sahnede yarattığı aşırıya kaçan duyguIar izIeyiciIerin de bu tür had safhadaki hisIeri dışarı vurmasına ve tragedyadaki kahramanIarın duygu dışavurumIarını gerçek hayatIarında da uyguIamaIarına yoI açar. BöyIece izIeyici/haIk gerçekIik ve değişmezIikten uzakIaşarak takIitIerin değişkenIiğine kanıp mantıktan uzakIaşırIar. Bu ise devIeti kontroIsüzIüğe ve istikrarsızIığa iter.PIaton’un konu iIe iIgiIi argümanIarı resim sanatı için de geçerIidir. Ressam, ideaIarın dünyadaki yansımaIarını resmeder, resmederken de zorunIu oIarak yansıyan nesneyi tüm açıIardan, eksiksiz oIarak çizemez. DoIayısıyIa çizim gerçek değiI, gerçeğin bozuImaya uğramış bir takIididir. Bu takIikIerin peşinden gidiImesi ve mükemmeI oIarak görüImesi insanIarın rasyoneI yanının köreImesine ve mevki oIarak daha aşağıda oIan hayaI gücünün insan akIını zaptetmesine yoI açar. Bu akıI yapısındaki insaIarın artması da devIet ve onun geIeceği için zararIıdır. Bu nedenIerIe şiir, tragedya, resim gibi sanat dallarının Platon’un ‘DevIet’ inde yeri oImamaIıdır ve bunIarı yasakIayan yasaIar oIuşturuImaIıdır.
ARİSTOTELES'DE SANAT ANLAYIŞI
Aristoteles’e göre sanat bir taklit (mimessis)tir. Sanatçı doğa unsurlarını, insan ilişkilerini, hem olanı hem de olabilir olanı yansıtır. Ama olabilir olanı yansıtırken de gerçeğe bağlı kalır, ondan uzaklaşmaz. Çünkü başka bir dünya yoktur. Gerçek dünyayı da duyularımız aracılığıyla kavrarız. Sanatçı nesneyi, yani gördüğü maddeyi yorumlayarak yansıtır. Sanatçı salt bir taklitçi değildir. Yani sanatçı dünyayı yeniden kurar ve daha iyi bir dünya özlemini yerine getirir. Bu anlamda Aristoteles sanatın bir taklit olmadığı onu aşan ve insana ait bir eylem olduğunu dile getirir. Ama bunun yanında da gerçeklikten bağını tümüyle koparmaz. Çünkü sanatçının ortaya koyduğu ürünün benzerlerini doğada görmemiz mümkündür ya da olabilir düzeydedir.Bir bakıma sanat Platon’un ideasıyla Aristoteles’in realizminin sentezi hatta onun ötesindedir. Aynı nesnenin birçok sanatçı tarafından farklı farklı tasvir edilmesi de bunun en açık göstergesidir. Bunun yanında Aristo’ya göre sanatçının modeli hiç değiştirmeden bire bir taklit ettiğini söyler. Taklit ettiği nesneye bire bir bağlı kalması sanatçının yetkinliğinin de bir ifadesidir. Bunu yaparken de kendisine dünyadan kopuk gerçek nesnelerin dışında hayali bir kosmos oluşturmaz. Eserini oluştururken gerçek dünyaya hep bağlı kalır.
KANT'DA SANAT ANLAYIŞI
Beğeni, bir nesneyi veya o nesneyi tasarlama tarzını, herhangi bir ilgiden bağımsız olarak hoşlanma veya hoşlanmama ile yargılama yetisidir. Bu tür bir hoşlanmanın nesnesine de güzel denir. Güzel, kavramsız bir biçimde tümel olarak hoşa giden şeydir. Güzel, bir amaç tasarımından bağımsız olarak nesnede algılandığı ölçüde, bir nesnedeki amaçlılık formu’dur. Güzel, kavram olmaksızın zorunlu bir zevkin nesnesi olarak bilinen şeylerdir.İnsanlarda güzel’den başka estetik duygulanmaya neden olan bir unsur daha vardır: Yücelik. Yüce, bütün güçlerimizi seferber ettiğimiz halde, kuşatıcı biçimde kavrayamadığımız ve kendisinin büyüklüğüne ya da gücüne erişememekten korktuğumuz bir nesnedir. Kant, gücün ya da büyüklüğün engellerden üstün olduğunu ve böylece doğanın içindeki güç ve korku verici hale geldiğinde buna “yüce” denir diye düşünüyordu.
Oluşturdukları estetik duygulanmalara rağmen yüce ile güzel birbiriyle aynı şey değildir. Nesnelerin güzel olduğunu söyleyebiliriz, ulu olduğunu değil. Kant, ululuğun mantık fikirlerinin öznede oluşmasını sağlar, kendi aşırı duygusallığının farkındalığını, ahlaki kimliğinin fenomenal dünyaya üstünlüğünü öne sürer. Bu yüzden de ululukta, mantığın algıya üstünlüğünün içgüdülerde apaçık hale geldiği belirtilir.
Bir diğer deyişle yüce’nin güzel’den ayrıldığı ilk yönü şöyle ifade edebiliriz: Doğada güzel, bir sınırlamadan oluşan nesnenin biçimine ilişkin bir sorundur; oysaki yüce, dolaysız biçimde sınırsızlık tasarımı içerdiği veya bu izlenimi uyandırdığı ölçüde, biçimden yoksun bir nesnede, nesnenenin bütünselliğine ilişkin fazladan bir düşünce ile birlikte bulunur. Çünkü yüce, “mantık kavramının belirsizliği”nin sunumunu içerir, anlayışın değil.
Yüce’nin güzel’den ayrıldığı diğer bir nokta da hoşlanmanın niteliği üzerinedir. Güzel, “hayatın yükseltilmesi duygusu” ile hayat gücümüzün canlandırılmasıyla alakalıdır. Dolayısıyla çekicilik ve neşeli bir hayal gücü ile bağdaşmış halde bulunur. Öte yandan yüce’nin çekicilik iddiası yoktur; tersine heybeti, haşmeti ve gücüyle, yüce, ilk bakışta korku verici ve ürkütücüdür. Belirgin biçimde estetik bir nesne olarak hoşlanma sağlar ancak bunu dolaylı yollardan meydana getirir.
PLOTİNUS'DA SANAT ANLAYIŞI
Platon ve Aristoteles gibi etkisi büyük olmuş bir diğer Grek filozofu Plotinus’tur. Ona göre de sanat bir mimesis’tir; ancak onun kendi mistik felsefesi içerisinde mimesis’in, Platon ve Aristoteles’in mimesis estetiklerinden farklı bir karakteri olduğunu da daha baştan belirtmemiz gerekir. Plotinus’ta, her şeyden önce, aşk olmadan Mutlak’ın/Bir’in sezilmesi mümkün değildir. Bu arzu, metafizik bir arzudur; Plotinus’un özgünlüğü de arzu nesnesinin ne denli aşkın olursa olsun, onu arzulayan özneye içkin olduğunu savunmasıdır.Plotinus’un mimesis estetiğine göre, güzellik aşkın bir ilkede kökleşir; güzelliğin algılanması, ideal bir değerin tezahürüdür ve ideal değer de kendini tatmin eden bir nesnede o değerin dışsal yansımasını/imgesini bulan tinsel öznenin içselliği içerisinde keşfedilir. Güzellik deneyimi, ruhun içsel formunun sezgisel olarak ani bir biçimde duyumsanabilir alanda ortaya çıkması ile birlikte ruhu kendine döndürmek amacıyla onu duyumsanabilirden uzaklaştıran bir kopuş gerçekleştiren paradoksal bir deneyimdir. Bu bakımdan, güzel bir nesne özneyi daha üstün bir gerçeklik düzeyine yükseltir ve bu gerçeklik düzeyinde nesneler artık dışsallığın birer belirlenimi değil, akılla kavranabilir olan saf birer nedendirler. Plotinus’a göre; dışsal nesnelerin güzelliği sadece akılla kavranabilir olan güzelliğin (kutsal ideaların güzelliğinin) bir benzeşimi olarak düşünülebilir ve akılla kavranabilir olan bu güzellik, sadece içselliğe dönüş aracılığıyla özne tarafından algılanabilir. Aşk olmadan mutlakın sezilmesi mümkün değildir; bu arzu metafizik bir arzudur ve Plotinus, arzu nesnesinin, ne denli aşkın olursa olsun, onu arzulayan özneye içkin olduğunu savunmaktadır.
HEGEL'DE SANAT ANLAYIŞI
Kant'a dayalı olarak gelişen idealist estetik, tepe noktasına Hegel (1770-1831) estetiğinde ulaşır. Daha ileri gidip, Platondan kalkan güzellik felsefesinin çağlar geçerek Hegel'de doruğa eriştiğini söyleyebiliriz. Hegel estetiğinde, tıpkı Hegel felsefesinde olduğu gibi, Hegel'e kadar gelen bütün estetikler düğümlenir ve Hegel'den sonra gelen estetikler de bu düğümün bir açılışıdır.Hegel estetiği ve güzellik felsefesi, doğal olarak onun felsefesinden kaynaklanır. Bunun için ilkin kısaca, bir iki çizgi. ile Hegel felsefesine değinmek istiyoruz. Hegel felsefesinin çıkış noktası, mutlak kavramı ya da tin (Geist) kavramıdır. Mutlak, kavram, ide ya da tin, dinamik bir varlıktır ve bu dinamizm bir diyalektik süreç içinde somutlaşır. Felsefenin konusu, idenin, kavramın, tinin bu gelişmesini incelemektir, Kavram, ide, tin kendi başına gerçeklikten yoksun bir olanaklar varlığıdır. Tin, kendi bilincine ulaşabilmek için gerçeklik kazanmak ister ve bunun için kendi dışına çıkar, kendini dışlaştırır. Kendi kendine bir thesis olan kavram, ide, tin kendi dışına çıkmakla kendi özüne karşıt, kendine yabancı bir varlık olur: Doğa varlığı. idenin, tinin özüne yabancı olan bu varlık, idenin diyalektik gelişmesinde anti-thesis adımını oluşturur. Doğayı inceleyen felsefe de doğa felsefesi adını alır.
Hegel'e göre, sanat en ilkellerin ürünlerinden en yüce tapınaklara kadar uzanır ve yaşamın dışında kalır. Sonra, sanat ve güzellik, görünüş ile ilgilidir ve bu görünüş de ciddiliğe karşıt olan bir aldanma olmasın? Hegel'e göre, güzellik ve sanat, bir aldanma ve bir aldatma değil, yalnızca bir görünüştür. Yine Hegel'e göre, sanat güzelliği duyusallığa ve hayal gücüne dayanır. Bilimin konusu ise, soyut, düşünsel objelerdir.
Tarih: 2019-09-18 22:01:42 Kategori: Sanat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx